Türkiye’de Sermaye Şirketi Var mı.?
Özkan Cengiz – SMMM, Bağımsız Denetçi
“Literatür Tanım : Sermaye şirketleri gücünü ve değerini sermayesinden ve yönetim şeklinden alan şirket türüdür. Bu şirket yapısında ortakların sorumlulukları, vermeyi taahhüt ettikleri sermaye miktarı ile sınırlanmaktadır.”
“TTK MADDE 329- (1) Anonim şirket, sermayesi belirli ve paylara bölünmüş olan, borçlarından dolayı yalnız malvarlığıyla sorumlu bulunan şirkettir. (2) Pay sahipleri, sadece taahhüt etmiş oldukları sermaye payları ile ve şirkete karşı sorumludur”.
“TTK MADDE 573- (1) Limited şirket, bir veya daha çok gerçek veya tüzel kişi tarafından bir ticaret unvanı altında kurulur; esas sermayesi belirli olup, bu sermaye esas sermaye paylarının toplamından oluşur. (2) Ortaklar, şirket borçlarından sorumlu olmayıp, sadece taahhüt ettikleri esas sermaye paylarını ödemekle ve şirket sözleşmesinde öngörülen ek ödeme ve yan edim yükümlülüklerini yerine getirmekle yükümlüdürler.”
Anonim ve Limited Şirket veya daha net bir ifade ile sermaye şirketlerinin, bu adı almalarının en önemli nedeni tanımda ve kanunda belirtildiği gibi ortaklarının yani sermayedarlarının sermayeleri ile sınırlı sorumluluklarının bulunmasıdır. Sermaye sahiplerinin şirketlere ortak olarak ülke ekonomisine fayda sağlayacak şirketler yaratmasını teşvik amacıyla düzenlenen sermaye şirketleri, ülkemizde de yoğun olarak tercih edilmektedir.
Ancak iş hayatımıza bakıldığında sermaye şirketlerinin en büyük özeliği olan sınırlı sorumluluğun uygulanmadığı bu şirketlerin içine girdiği olumsuz mali durum da ortakların tüm mal varlıklarının alacaklılar tarafından el konulduğu, satıldığı ve kişisel servetlerinin, şirket borçları için harcandığı görülmektedir.
Kanun bu kadar netken yani şirket ortakları sadece koydukları sermaye ile sorumlu iken nasıl oluyor da ortak oldukları şirketlerden dolayı bu muameleye maruz kalıyorlar. Bunun tek bir sebebi var başta finansal piyasa oyuncuları olmak üzere iş dünyasının kredi verenleri şirketlere, şirketlerin tüzel kişiliklerine güvenmemektedir.
Bugün şirket olarak hangi bankadan kredi alırsanız alın mutlaka büyük ortakların müteselsil kişisel kefaleti veya ortakların varsa ev, arsa, dükkân vb taşınmazlarına ipotek konulması istenmektedir. Şirketiniz ne kadar karlı bir şirket olursa olsun. Bu koşullar adeta kredi formu doldurmak kadar sıradan bir uygulamaymış gibi yapılmakta ve en küçük bir olumsuzluk olması durumunda sermaye paylarına veya şirketin sermaye şirketi olduğuna bakılmaksızın alınan kefaletler ile ortakların üstüne gidilmektedir.
Yazının bundan önceki kısmını birkaç ufak revize dışında gündeme alıp makale yaptığımız da tarihler Ocak 2009’u gösteriyordu. Yaklaşık on bir yıllık süreçte ne yazık ki yukarı da yer verdiğim konular, tutumlar ve uygulamalar konusunda bir değişiklik olmadı. Son dönem de konkordato veya finansal yeniden yapılandırma süreçlerine giren şirketlerde veya iflas vb daha ağır sonuçlarla karşılaşılan şirketlerde yine ortak veya yöneticilerin kişisel kefaletleri üzerinden veya bu kişilerin kişisel mal varlıkları üzerinden borçlar tahsil edilmeye çalışılmaktadır.
2009 yılının ocak ayında yazdığım makalenin ikinci bölümün de başta finans kuruluşları olmak üzere borç verenlerin bu tutumlarında nispeten haklı olduklarını çünkü ülkemizde oturmuş bir bilgiye dayalı muhasebe sistemi ve denetim sisteminin olmadığını, mevzuat ve uygulamalarımızın yetersiz olduğunu ve özellikle ekonomimizin yüzde doksanını oluşturan KOBİ ve Aile şirketlerinde muhasebe ve denetim kültürünün olmadığını bunun geliştirilmesi gerektiğini ifade etmiştik.
İlk bölümde on bir yılda bir değişiklik olmasa da ikinci bölümde çok önemli gelişmeler kaydettik. Özellikle Kamu Gözetim Muhasebe ve Denetim Standartları Kurulu’nun hayata geçmesi ile önce muhasebe standartları sonra denetim standartları geniş kesimler tarafından kullanılan standartlara dönüştü. Bağımsız Denetim zorunluğu, bağımsız denetime tabi olacak finansal raporların hazırlanması gereken muhasebe standartları konusundaki belirsizliklerin çözümlenmesi ile artık şirketlerin finansal raporları şirketler hakkında bir çok bilgiyi içeren rapor setlerine dönüştü.
Kredi kuruluşları şirketlerin fon yaratma kapasitesi ve bu fon yaratma kapasitesinin sürdürülebilirliği konusunda açıklayıcı raporlara ve bu raporları hazırlan uzman muhasebecileri ve denetleyen deneyimli denetçilere çok daha kolay ulaşılabilir hale geldi.
Artık bir KOBİ’den Uluslararası standartlara göre veya bu standartlara uyumlu Türkiye Muhasebe Standartları setine göre bağımsız denetimden geçmiş bir finansal rapor talep edildiğinde makul bir sürede ihtiyaca uygun bir rapor setine ulaşıla biliniyor.
Durum böyle olunca 11 sene önceki makale de nispeten haklı bulduğumuz finans kuruluşlarının artık tavır değiştirmesi zamanı geldi de geçiyor.
Konuyu biraz daha somutlaştırmak
için başlığa dönüp tartışır isek Türkiye’de Sermaye Şirketi var mı ? Sermaye
şirketi nedir, gerek literatür de ki tanımı direk yürürlükte olan Türk Ticaret
Kanunumuzda yer alan tanımlara göre baktığımızda en temel özeliğinin borçlarına
karşı kendi mal varlığı ile sorumlu olmasıdır.
Bugün Türk finans dünyasındaki şirketlere baktığımızda ortaklarının veya bir başka grup şirketinin kefaleti olmadan veya ortaklarının veya 3.kişilerin kişisel varlıklarının teminat verilmeden finans dünyasından fon kullanan şirket sayısı yok denecek kadar azdır. Öyleyse Türkiye’de sermaye şirketi varmı ? sorumuzun cevabı yok denecek kadar azdır.
Finans dünyası yaptığı uygulamalar ile anlı şanlı şirketlerimizin sermaye şirketi vasfını ortadan kaldırarak şahıs şirketine dönüştürmekte, Anonim Şirket, Limited Şirket, Sermaye Şirketi kavramlarının sözde kalmasına sebep olmaktadır.
Burada da dikkat çekmek istediğimiz nokta şahıs şirketine dönüşme durumu sadece kavramsal olarak değil operasyonel olarak ta karşımıza çıkmaktadır. Şirket yöneticileri zaten kendi kişisel varlıkları ile kredi kullandıkları için şirketlerinin durumunun en önem göstergesi olan finansal raporları önemsemekte, şirketlerinin yapısal sorunlarını fark etmemekte ve günün sonunda yönettikleri veya sahibi oldukları şirketleri fon yaratamayan veya sürekliliği olmayan şirketlere dönüştürerek hem şirketlerinden hem de şirketleri için teminat olarak verdikleri kişisel servetlerinden olmaktadır.
Oysa ki kredi kuruluşları şirketlere fon sağlarken borç ödeme kapasitelerine, fon yaratma güçlerine, yapısal güçlerine, sürekliliği olan faaliyetlerine daha net ifade ile bu bilgileri içeren finansal raporlarını dikkate alarak işlem gerçekleştirse, şirket yönetici ve ortakları da aynı gözle şirketlerini takip etmeye veya yönetmeye başlayacaktır.
Şirketlere sağlanan fonlar sınırsız değildir, bu fonların en verimli şekilde kullanılması, önce şirketleri sonra da bu şirketlerin içinde bulunduğu ülkemiz ekosistemini iyileştirecek, güçlendirecektir. Mevcut sistemle yani şahıs şirketine dönüştürülmüş sermaye şirketleri ile yola devam edildiği sürece, en ufak bir dalga çıktığında ekonomimizin lokomotifi şirketlerimiz dalgalar arasında yok olacaktır.